Rüya şehir mi? Günah şehri mi?
Geceleri limitsiz eğlence sunan tekinsiz bir şehir, gündüzleri nasıl bir peri masalına dönüşüyor önceleri çok anlamlandıramadım. İki gün gibi kısa bir sürede bir şehri, bir kültürü anlamak imkansız, anlamaya çalışmak ise manasızdı elbet ancak bu hissi onca şehir gezip sadece Amsterdam’da hissetmek üzerine uzun uzun düşünüp konuşmak ve fikir almak için yeterdi.
Vincent Van Gogh’un müzesini de içinde barındıran kültür sanat etkinlikleri ve sanat tarihi açısından önemi bile tek başına yeterli bu şehri harika kılmak için bence, ancak o bisikletin üzerinde peri kızı gibi giyinmiş kadınlar ya da smokin ile pedal çeviren yakışıklı beyler, tükenmek bilmeyen eğlence, iç açıcı mimari, hayalleri süsleyen kanalları şehri Avrupa’nın cazip lokasyonlarından biri haline getiriyor. Hiç mi kötü tarafı yok bu şehrin peki; var olmaz mı? Beni en rahatsız eden şey ne tarafa dönsen maruz kaldığın kötü Madde ve idrar kokusuydu. Sokak pisuarları Avrupa şehirlerinde yaygınmış ben ilk kez Amsterdam’da denk geldim ne yazık ki!
Amsterdam deyince Anne Frank’in Ev’inden bahsetmeden geçmek istemem elbet. Vaktim az ve evin önünde ki yoğun ilgiden dolayı ne yazık ki ziyaret etme fırsatım olmadı ancak bir dahaki sefere ilk işim bu olacak. Bu Yahudi, masum, ve yetenekli küçük kızın hikayesini mutlaka biliyorsunuzdur. Umarım kitabını okur ve yolunuz düştüğünde evini ziyaret edebilirsiniz.
Geçen yıllarda duvar yazısı gibi bir şey okumuştum “Bazı turistler Amsterdam’ı günah şehri olarak biliyor ancak Amsterdam özgürlükler şehridir ve bazı insanlar özgürlüğün içinde günahı bulurlar.” Bu şehri gezdiğim süre içinde bendeki izlenimleri siz değerli okuyucularımla paylaştım
Melike Şahin’in de sorduğu gibi soralım kendimize.
Şimdi, şu anda.
Kaçsak burdan başı alıp nere gideriz?
Bilmeden hiç yol iz, boş verip ne varsa.
Kitli kapılar açılsa